Ülke olarak içinde bulunduğumuz durumun sorumlusu
“Türkiye gelişmekte olan bir ülke” cümlesini son zamanlarda çok sık duymaya başladığımızı biliyorsunuz. Aslında son yıllarda geliştiğimizi ve ilerlediğimiz düşüncesi empoze edilmeye çalışılıyor. En basit örneği ile hukuk ve adalet sistemimizdeki (sözde) ilerlemelerimiz detaylı düşünüldüğü zaman, gelişmekte olan bir ülke olduğumuzun bile yalan olduğu açıkça gözler önüne seriliyor. Gelişmiş ülke hayalini kuranlar, hayallerden vazgeçip gelişmemiş ülke konumuna düşmediği için şükretmeliler.
Ülke kurulduğundan bu yana, stabil ilerleyebilen bir ülke olmadık. Sürdürülebilir ve hükümet değiştiği zaman her şey eskisi gibi gidecek düşüncesi hiç bir insanda maalesef oluşmadı. Bu sorunun kimden kaynaklandığını bulmak aslında hiçte zor değil. Öncelikle bu sorunların bir hükümet kaynaklı olmadığı ortada. Özellikle Akp hükümeti bu sorunların sorumlusu değildir. Akp hükümeti yapabileceği ve tüm görevlerini tam anlamıyla olması gerektiği gibi yapmaktadır. Bizim ülke olarak içinde bulunduğumuz bu durumun sorumlusu bizzat bizleriz, yani toplum, yani vatandaşlar, yani Türk Milleti, yani Türkiye Cumhuriyeti kimliğine sahip vatandaşlar!
Öncelikle gelişmiş ülkelerden bahsedelim. En gelişmiş ülkeyi göz önüne alacak olursak bu gelişmiş ülkede seçilen ve başa gelen hükümetin hangi parti ya da hangi kişi olduğu, nasıl kararlar aldığı hiç önemli değildir. Gelişmiş Avrupa ülkelerinin yönetim sistemlerine baktığımızda Türkiye’ den farklı değiller. Bütün bu ülkelerde sayısız siyasi parti mevcut ve bu partiler Türkiye’ de olduğu gibi farklı görüşlere sahiptirler. Aslında mantık olarak olması gerekende budur. Dünya üzerindeki demokrasi ile yönetilen hiç bir gelişmiş ülke içinde sorun yoktur, insanlar standart hayatlarına devam etmektedirler. Bu ülkelerde başa gelen partininde önemi yoktur. Çünkü; kurulmuş bir devlet, bu devletin kuralları, kuralların işleyişi esastır. Önemli olan devlet sistemidir, bu sistem kendi kendine işleyebilen, hukuka aykırı bir durum ortaya çıktığı zaman ya da hükümetin alacağı yanlış karara karşı devlet sistemini koruyabilen bir yapıdadır.
Gelişmiş ülkelerde gördüğünüz üzere iktidara gelen hükümetin her bir personeli memur sıfatı ile işlerini yapar ve ulaşılmazlık durumu bu kişilerde söz konusu değildir. Memurluğun getirmiş olduğu sorumluluğa ve kurallara mutlak suretle uymak zorundadır. Aksi halde sistem onları bertaraf eder. Çok istisna durumlarla karşılaşıldığında, bu durumun sistem tarafından engellenemediğinde ise bu defa halk devreye girer ve seçim zamanında hata yapan, ülkeyi yanlışa sürükleyen ve sistemi bozmaya çalışan bu hükümet alaşağı edilir ve cezalandırılır. Bu yüzden hükümet cezalandırılacağının farkında olarak aldığı kararların devlet ve millet menfaatine olduğundan emin olmak zorunda kalır ve sisteme aykırı olmaması için otokontrol sistemi oluşturur.
Gelişmiş ülkelerde bu sistem nasıl bu kadar güzel işliyor sorusunun cevabı ise çok basit. Avrupa toplumları kazandıkları Fransız Devrimi sayesinde bir alt yapı oluşturdu. Tabiiki bu uzun bir süreç olarak işledi. Fransız Devrimi’nin getirmiş olduğu siyasi ve hukuki kazanımlar Reform ve Rönesans hareketlerine dayanmaktadır. Toplumlar bilinçlenmeye başlamışlardı bilinçlenen bu toplumlar devrimlerden sonra sistemlerini artık oturtmaya başlamışlardı. Yani kendi demokrasi ve hukuk sistemlerini eskiye dayanan bir altyapı ile mevcut hale getirmişlerdir ve bilinçlenen bu toplumlar kurdukları sistemleri nasıl korumaları gerektiğini çok iyi biliyorlardı.
Kısacası sistemi insanlar oluşturur ve çoğunluk bu sistemi azınlığıda kapsayacak şekilde kurar. Tüm toplumu kucaklayabilecek olan bu sistemin korunması ülkeyi gelişmiş ülke statüsüne sokar ve bu ülkelerin gelişmesinin sebebi toplumun bilinçlenmesi ve devletin toplum için hizmet edecek bir araç olduğunun toplum tarafından kavranmasıdır. Yani anahtar kelime toplumun ta kendisidir. Aynı durum az gelişmiş ülkelerde de mevcuttur fakat burada ters işlemektedir. Bu ülkelerin geri kalmışlığının sebebide hükümetler değildir. Toplumun bilinçsiz olması ya da bilinçlenmek istememesidir.
Türkiye, Afrika, Bir çok asya ülkesi gibi gelişmete olan ülkelerin tamamı belli süreçlerden geçmektedirler. Günümüzde hala görmekte olduğumuz ve bir tanesininde içinde yaşadığımız bu ülkelerin tamamında özgürlük ve demokrasi savaşları olmuştur. Bu özgürlük savaşlarının sonuçları ise başkalarının özgürlüklerini kısıtlayarak kazanılmıştır. Yani toplumun tamamı özgür hale gelememiştir. Bu ülkelerdeki devrimler toplum bilinçlendirmesi yapılması gereken sürece girmemişlerdir. Bu ülkelerden sadece Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Tanzimat Dönemi ile başlayan çarpık bir reform hareketi olmuştur. Bu reform imparatorluğu kurtarma maksadıyla Osmanlı Devleti tarafından yapılmış tepeden gelme bir süreç olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin yapmış olduğu bu reform hareketi tüm halkı kapsamamıştır. Sadece hanedan mensupları ve üst tabaka aileler için yapılmıştır. Anadolu halkı bu reformlardan olası bir ayaklanma olmaması için uzak tutulmuş ve bilinçlenmesi engellenmiştir. Benzer senaryolar diğer ülkelerdede yaşanmıştır. Ancak bu ülkelerde yapılan devrimler ve özgürlük savaşları bir önderin gölgesinde gerçekleşmiştir. Bu önderlerin varlığında herkes savaşıp özgürlüğünü kazanırken, yeni bir sayfa açıp hayatlarına istedikleri şekilde yön verirlerken önderlerinin ölümüyle tüm ülkeler başladıkları noktaya geri dönmüşlerdir. Bunun en büyük örneği Türkiye’ dir. Bilinçlenmeyen toplum kendisine görev verecek bilinçli bir yönetici bulmaktansa bir önder bulup işin içinden kolayca çıkmaktadır.
Türkiye’ nin şu anki halinde hükümetlerin hiç bir hatası bulunmamaktadır. Devletin başına her gelen hükümet kendi sistemini kurup ülkeyi sıfırlayarak işe başlamaktadır maalesef. Toplum bilinçlenirse devlet sisteminin kontrolü toplumun elinde olacaktır ve hükümet devlet sistemini sıfırlayamayacak, bir önceki hükümetin kaldığı yerden devam edecektir. O yüzden hükümet toplum bilinçlenmesini olası ayaklanmalar olmaması için toplumun bulunduğu seviyeyi korumaya çalışmaktadır. Toplumun bilinçlenen bir kısmı ayaklanmaya kalkarsa susturulmalı ve geri kalanları bilinçlendirilmemelidir. (Örnek: Gezi olayları)
Toplum olarak sistemi kendimiz korumak yerine, korunması için bir lidere, bir kahramana ihtiyaç duyuyoruz. Bizim Reform hareketimiz Mustafa Kemal Atatürk ile başlamış ve devrim sürecini çok iyi değerlendiren Atatürk’ ün sürece attığı ilk adım eğitim olmuştur. İnsanların bilinçlenmesi ve kendi kaderlerini kendileri belirlemeleri için demokrasiyi getirmiş ve eğitim sürecini tüm ülkede başlatmıştır. Atatürk’ ün kurduğu bu güzel sistemi devam ettirmek istiyorsak, her gelen hükümetin var olan sistemi değiştirmelerine engel olmak istiyorsak, oturup bir kahraman ya da bir lider çıkmasını beklemek ve bizi kurtarmasını ummak yapmamız gereken en son şeydir. Sistemin anahtarı toplumun elinde olmalıdır.
Devlet toplumun kurduğu bir tüzel kişiliktir toplum devletin sahibidir. Devletin başına gelen hükümeti toplum seçer ve ona bazı yetkiler için vekalet verir. Hükümet ise toplumun verdiği bu yetkiler doğrultusunda, toplumun verdiği görevleri yerine getirir. Eğer hükümet verilen görev tanımlarının dışında bir hamle yapmaya kalkarsa, devletin sahibi olan toplum o hükümeti cezalandırır.
Unutulmamalı ki, bir ülkenin sorunları toplum o soruna müdahale etmedikçe çözülmez. Siyasetçilere küfrederek hiç bir sorun çözülmez ve başıboş bırakılan devlet siyasetçilerin iteklediği felaketlere sürüklenir.
Sorunların kendisi biziz.
Çözümlerin kendisi biziz.